GUMUSOGLU MARKET
 
  Ana Sayfa
  Gü*Mar Resimleri
  Gumusogluspor
  Ziyaretci defteri
  Anket
  Resimlerim
  Link listesi
  Ramazan ESEN
  Mehmet Akif ERSOY
  Osmanli Padisahlari
  Siir kösesi sesli
  Siir Kösesi 1
  Siir kosesi 2
  Siir Kösesi 3
  Forum
  HAMBURG
  Kuran Tilaveti
  Muzik
  Telefon Faturasi Sorgulama
  Üyelik
  Bunlari Biliyormuydunuz?
  Islam Tarihi
  Guzel Sozler
  Sayac
  Galeri
  iletisim
  Gazete
Siir kosesi 2

Sevgili Hasan Hüseyin'in anısına saygıyla...
 

dostum dostum güzel dostum
bu ne beter çizgidir bu
         bu ne çıldırtan denge
yaprak döker biryanımız
                 bir yanımız bahar bahçe

 
ACILARA TUTUNMAK

acı çekmek özgürlükse
özgürdük ikimiz de
o yuvasız çalıkuşu
bense kafeste kanarya
o dolaşmış daldan dala
savurmuş yüreğini
ben bölmüşüm yüreğimi
başkaldıran dizelere

kavuşmak özgürlükse
özgürdük ikimizde
elleri çığlık çığlık
yanyana iki dünya
ikimiz iki dağdan
iki hırçın su gibi
akıp gelmiştik
buluşmuştuk bir kavşakta
unutmuştuk ayrılığı
yok saymıştık özlemeyi
şarkımıza dalmıştık
mutluluk mavi çocuk
oynardı bahçemizde

aramakmış oysa sevmek
özlemekmiş oysa sevmek
bulup bulup yitirmekmiş
düşsel bir oyuncağı
yalanmış hepsi yalan
sevmek diye birşey vardı
sevmek diye birşey yokmuş
acılardan artakalan
işte bu bakışlarmış
kuğu diye gözlerimde
gün batımı bulutlarmış
yalanmış hepsi yalan
savrulup gitmek varmış
ayrı yörüngelerde


acı çektim günlerce
acı çektim susarak
şu kısacık konuklukta
deprem kargaşasında
yaşadım birkaç bin yıl
acılara tutunarak
acı çekmek özgürlükse
özgürdük ikimizde




ACIYI BAL EYLEDİK 
 
                         «pir sultan ölür dirilir» 
 
bak şu bebelerin güzelliğine 
                    kaşı destan
                    gözü destan
                    elleri kan içinde
 
kör olasın demiyorum 
kör olma da 
                   gör beni
 
damda birlikte yatmışız 
öküzü hoşça tutmuşuz
koyun değil şu dağlarda
san kendimizi gütmüşüz
hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk mu karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız insana
 
sen olmasan öldürmek ne 
çürümek ne zindanlarda
özlem ne ayrılık ne
yokluk ne yoksulluk ne
ilenmek ne dilenmek ne
işsiz güçsüz dolanmak ne
gün gün ile barışmalı
kardeş kardeş duruşmalı
koklaşmalı söyleşmeli
korka korka yaşamak ne
 
kahrolasın demiyorum 
kahrolma da
                   gör beni
 
kanadık toprak olduk 
çekildik bayrak olduk
döküldük yaprak olduk
geldik bugüne
 
ekmeği bol eyledik 
acıyı bal eyledik
sıratı yol eyledik
geldik bugüne
 
ekilir ekin geliriz 
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu
 
kör olsanı demiyorum 
kör olma da
          gör beni




AKARSUYA BIRAKILAN MEKTUP
            incecikti
            gül dalıydı
            dokunsam kırılacaktı
            dokunmadım
                      kurudu
 
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını
neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
  o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
 





AMENNA

'Yaşayanlar bir gün ölür'
elbette
ağaçlarla
balıklarla
kuşlarla ben
âmenna

'ağlayanlar bir gün güler'
elbette
uyanmakla
anlamakla
bilmekle ben
âmenna

'kısa çöp uzun çöpten hakkını alır'
elbette
direnmekle
kurtulmakla
barışla ben
âmenna

öyle bir yerdeyim ki
ne karanfil
ne kurbağa
öyle bir yerdeyim ki
biryanım maviyosun
dalgalanır sularda
biryanım çocuk parkı
çığlıkçığlığa
öyle bir yerdeyim ki
anam gider allah allah
dölüm düşmüş sokağa

dostum dostum güzel dostum
bu ne beter çizgidir bu
bu ne çıldırtan denge
yaprak döker biryanımız
bir yanımız bahar bahçe






BENDEN BİLMEYİN
 

istanbul'da bir fabrika
fabrikayı ben koymadım oraya
ben diyorum ki size
                  istanbul'da bir fabrika
 

fabrikayı işçiler çalıştırır
işçileri bir milyoner
ben diyorum ki size
                  fabrikayı işçiler çalıştırır
 

grev gittikçe büyüyor
grevi ben istemiyorum
    ben diyorum ki size
                 grev gittikçe büyüyor
 

bini boşaldıkça biri doluyor
binini ben boşaltmıyoum
    ben diyorum ki size
                 bini boşaldıkça biri doluyor
 

bu düzen beyler düzeni
bu düzeni ben yapmadım
ben diyorum ki size
                 bu düzen beyler düzeni
 

ortalık gitgide karışıyor
ortalığı karıştıran ben değilim
ben diyorum ki size
                 ortalık gitgide karışıyor
 

birgün kıyamet koparsa
kıyamet kopsun istemiyorum
ben diyorum ki size
                 birgün kıyamet koparsa
 

gençler kuytularda öpüşüyorlar
marulun vakti geçti
şimdi karpuzlar kızaracak
ardından fındık fıstık
ardından ayva
ayvayı sarartan ben değilim
ben diyorum ki size
                 gençler kuytularda öpüşüyorlar
                 ayvanın vakti
 





FİLİZKIRAN FIRTINASI

gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
evler yemen türküsü
             sokaklar seferberlik
öyle bir gariplik ki
                öyle bir tedirginlik
yaz başında güz sonrası

ayvalar çiçekteydi
       güller daha tomurcuk
açıl demişti güneş
      açılmıştı kıraçta kış elmaları
çözül demişti güneş
       çözülmüştü yılanlar karanlık odalarında
dallarda yuvalar tüy kokuyordu
       düğünçiçekleri şenlikli
 

gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
ne dal kaldı ne tomurcuk
yerden yere çaldı otları ağaçları
              insan yüzlü bir korkuluk
üşüdüm dünyalarca
       baskın yemiş bir kent gibi üşüdüm
sergen etti filizleri sapsarı bir karanlık
              bahardan kışa düştüm
 

acılı günler gördüm
sığdıramam bir tek günü bir koca yıla
geceler geçirdim yoz kentlerin bulvarlarında
               nice baharları kışlara gömdüm
uzak düştüm yelinden yelvesinden acılı yurdun
uzak düştüm umudundan mutundan
                yomundan uzak düştüm
bunaltının böylesini görmedim
 

severim fırtınanın her türlüsünü
ormanlar uğultulu sular dalgalı
severim filizkıran fırtınası'nı
        kırıp kanatmıyorsa sevincin türküsünü
nerde benim baharım
               dalım yaprağım nerde
gece çökmüş üstüne kerpiçsel yalnızlığın
       sanki kaplan pençesinde bir manda böğürtüsü
ne kuş kalmış ne çiçek
ne kırmızı ne yeşil
sapsarı karanlıkta yerler bahar ölüsü
 
 

                                                                               1978



HAZİRANDA ÖLMEK ZOR   
  

                                       orhan kemal'in güzel anısına 
  

işten çıktım 
sokaktayım 
        elim yüzüm üstümbaşım gazete 
  

sokakta tank paleti 
sokakta düdük sesi 
sokakta tomson 
        sokağa çıkmak yasak 
  

sokaktayım 
gece leylâk 
       ve tomurcuk kokuyor 
yaralı bir şahin olmuş yüreğim 
uy anam anam 
haziranda ölmek zor! 
  

havada tüy 
havada kuş 
havada kuş soluğu kokusu 
hava leylâk 
       ve tomurcuk kokuyor 
ne anlar acılardan/güzel haziran 
ne anlar güzel bahar! 
kopuk bir kol sokakta 
              çırpınıp durur 
  

çalışmışım onbeş saat 
tükenmişim onbeş saat 
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım 
anama sövmüş patron 
       ter döktüğüm gazetede 
sıkmışım dişlerimi 
ıslıkla söylemişim umutlarımı 
             susarak söylemişim 
sıcak bir ev özlemişim 
sıcak bir yemek 
ve sıcacık bir yatakta 
             unutturan öpücükler 
çıkmışım bir kavgadan 
                    vurmuşum sokaklara 
  

sokakta tank paleti 
sokakta düdük sesi 
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki 
             dallarda insan iskeletleri 
  

asacaklar aydemir'i 
asacaklar gürcan'ı 
       belki başkalarını 
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim 
dökülüyor etlerim 
               sarı yapraklar gibi
 

asmak neyi kurtarır
       sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
               ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
        hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil
        asılmamak da değil
kimin kimi astığı
kimin kimi neden niçin astığı
               budur işte asıl sorun!
 

sevdim gelin morunu
sevdim şiir morunu
moru sevdim tomurcukta
moru sevdim memede
             ve öptüğüm dudakta
ama sevmedim, hayır
iğrendim insanoğlunun
        yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
neden niçin bu sokaklar böyle boş
niçin neden bu evler böyle dolu?
sokaklarla solur evler
sokaklarla atar nabzı
                               kentlerin
sokaksız kent
kentsiz ülke
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı
 

işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
        gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
              ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
                    gitme korkusu
ah desem
       eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem
       tutuşacak soluğum

asmak neyi kurtarır
       öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi
               güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
       ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak
 

ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
                     bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
       n'eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
              ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben
nerdeyim ben
       nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
        kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
            göçen kim dünyamızdan?
 

asmak neyi kurtarır
       öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
       ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
              söyler hangi güzelliği?

kökü burda
        yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
       göçtü memet diye diye
              şafak vakti bir çınar
           silkeledi kuşlarını
                         güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
                                                                      memet!»

gece leylâk
       ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa
       uy anam anam
       haziranda ölmek zor!
 

bu acılar
bu ağrılar
              bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku
        kim bu umut
ne adına
              kim için?
 

«uyarına gelirse
       tepemde bir de çınar»
             demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki «manda gönü»
demek ki «şile bezi»
demek ki «yeşil biber»
bir de memet'in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de «saman sarısı»
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
              geride kalanlara
 

nerdeyim ben
        nerdeyim?
kimsiniz siz
        kimsiniz?
 

yıllar var ki ter içinde
       taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
                      3 haziran '63'ü

bir kırmızı gül dalı 
                    şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
                    iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
       yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
              iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı 
                      nâzım ustanın
 

gece leylâk
       ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
              şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!



 
IŞIKLARLA OYNAMAYIN
 

başımı döndürüp bakamıyorum
nasıl kaldı gerilerde onca yıl
 

karanlık bir gömütlüğü düşte geçmiş gibiyim
tatmadığım bir içkiyi bir akşam
              afrikasal bir törende içmiş gibiyim
birdenbire kan yağmurlu bir bulut
birdenbire kan kokulu bir duman
           şaşkınlıktan gemileri yakmış gibiyim
 

ışıklarla oynamayın / dedim ben size
yararı yok karanlıkta sürek avının
                                   dedim ben size
yanlış kalemlere kayar elleri yazıcıların
tutanaklar yanlış yazar
                                  dedim ben size
 

karanlığı az kullanın / kirliler kokar birgün
birgün yanar bu ışıklar sırıtır suratlarınız
kirlilere sığınmayın / dedim ben size
yararı yok oynaşmanın törensel aklıklarda
kaçın kaçabilirseniz uzak sulara
ışıklarla oynamayın / dedim ben size




KERBELÂ UZAK DEĞİL

 

"pîr sultan'ım eydür yezitler gamda
horasan erleri urum'da şam'da
biz de mihman olduk bir ayn-i cemde
doyup kanamadık hallerinize




nezaman boynuma gitse elim
                       büyür kerbelâ'm
nezaman kana değse gözlerim
                      kerbelâ'da bir akşam


bir uzun havadır munzur
     mor bir katar gibi düzülüp gider
saz çalar akşamları pîr sultan göçmenleri
             gönlümün terazisi bozulup gider
koca fırat vura vura başını
hey fırat
      fırat fırat
benim anam döve döve döşünü
kerbelâ uzak değil
ağlama sen



ben de silah çattım munzur eteklerinde
yıldızlara uludum yalnızlığın fıratçasından
gözleri nasıl da gözlerimdi hoooooy
ağrıda benden öte
bir munzur
bir fırat
ve bir gelincik
                     üçü de erzincanlı
                     üçü de üçgüzeller
                         gibi şuramda
ben de kulaç attım dedemlik tosbağalarla
                   kıyıları gelincikli fırat'ta
fırat fırat
     hey fırat
insan nasıl allahsarmış gördüm o yalnızlığı
yaşadım allahsamayı bütün boyutlarıyla
kerbelâ uzak değil
ağlama sen



uzak geldim
     seferberlik seferberlik çığrışır ayaklarım
başımdır dolaşır elden ele hergün şam'larda
yüreğimdir her seher bir ak güvercin
bu kaçıncı yezit
                    dostlar
                    bu kaçıncı muharrem
ben gözüme sürme değil kerbelâ çektim
ağlama sen
'ağlama gözlerim mevlâ kerimdir'
ben bilirim o mevlâyı
                   mevlâ bizimdir
taze karpuz kokusu
                  bu benim kanım
dostlar, yüzleriniz neden böyle kuytu gülleri
                      yüzleriniz bir avuç su
                                             a dostlar
fırat fırat
      hey fırat
neyleyim ben suyunu
yangınım kaç bin fırat
       çilem kaç bin cehennem
       hergünüm bir kerbelâ



bakın hele
           bakın şu soyukahpelilere
sabahın seherini haram etmişler bana
kaygulu geceleri vatan etmişler bana
fırat fırat
      hey fırat
fırat'ı, dost fırat'ı
             düşman etmişler bana
nezaman bir ak güvercin konsa dalıma
ak boynundan kanlar sızsa boynuma
nezaman tuza batsam fırat kıyılarında
                 yezitler doldursa akşamlarımı
dolaşır kesik başım şam'larda
ürkerim büyük tutsaklığımdan



yavrum, mazlum bakışlım, niye akşamız
niye böyle
         binicisiz at gibi
göçün ucu saplandı karanlığa
         göçün ardı görünürde yok
kim geçmiş bu dağlar kargaşasını
kar kokmuş güneş kokmuş türküsü kimin
          kim dökülmüş kızılırmak'lara binlerle



bakarım biryanıma
           derim yüzülür
bakarım biryanıma
           etim kıyılır
sallanır ak bedenim yağmurda yaşta
urganı boynunda dedem görünür
tutuşmuş ali kuzularının ak çadırları
           aşar gelir çığlıkları anacıkların
           adımın arkasında
                        taptaze yaram görünür



kerbelâ aşkım benim
umudum öfkem açlığım
kalabalık yalnızlığım
                         çocuk saflığım benim
fırat fırat
      hey fırat
muhanete muhtaçlığım
                          kerbelâ benim



onlar hep yezit'tiler
               ben hep hüseyin
onlar çöle akar gibi akıp gittiler
               ben geldim buralara
                     fıratlaşarak
kerbelâ uzak değil
kerbelâ uzak değil
ben bilirim bu kavgayı
ağlama sen



halit çelenk'e 
saygılarımla




..................................................
..................................................
VE DER Kİ KİTABIN ORTAYERİNDE
BÜTÜN IRMAKLARI DÜNYANIN
KIZILIRMAKTAN GEÇER
..................................................
..................................................




KIZILIRMAK
 

Silâh ve şarkı
ben bütün karanlıkları bunlarla yendim
doğacak çocuğumun kanında esen
emekçi karımın dimdik bakışlarında
ve çetelerin sipsivri uykusuzluğu
silâh ve şark


benim bütün şarkılarım iri kuşlardır al ve şafakleyin
ışıklı nehirler büyütür silâh seslerim tankaranlığında
yekinir yürür orman
yekinir yürür toprak
yekinir yürür kalabalıklar
ve der ki kitabın ortayerinde
bütün ırmakları dünyanın
kızılırmaktan geçer


vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım
geçin sıcak ırmakları kuşlarım
kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım


açtım kırkıncı kapıyı
gördüm ki atın önünde et
titrer biryerleri zamanın
kırdım kırkıncı kapıyı
gördüm ki itin önünde ot
ürperip durur hiç olmalardan
şakıdı kuş
yarıldı nar
delirdi ateş
ve başladı uğul uğul uğuldamağa
bütün ırmakları dünyanın
kızılırmak
kızılırmak

güneşin ortasında insanlar kımıldaşır
ve der ki şakıyan kuş
yarılan nar
deliren ateş:
zaman akıyor
omuzlarında kalabalık nalkırıklarıyla
anasonlu duyarlığında general nargilelerin
bir damla kankurusu çok eski savaşlardan
belki silâhların çürümedik biryerlerinde
belki pişman bir ağzın acıyarak anlattıkları
aşka benzer bir karışık kıtlık direnci
boyunları kafataslı saray kahramanları
yığınlara vatan diye kalan yoksunluk



ne de çok özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı!


yıkık bir ud tiryakiliği antika cumbalarda
kanaryalarında berberli bezginliği burjuvalığın
bir polis burnu belki - dağdaki çarıksızın çarıksızlığı
bir büyük vurgun düzeni - belki de bir lavrens
vurgunun soygunu nevyork'ta döllediği
bir kucak sakal sanmak belki de marks'ı
toprakları denizleri insanları ingilizlemek
silâhlarla beklemek sömürge sofralarını
vaşington ağalarının pilâtin dişlerine
taze bir kan gibisine gerinir güneşlerde
saklar genişliğini şarapçasına
altun tepsilerde çok büyük ölür yürek
çok büyük hıncı kalır mayonezli kirenaların


yanyana
birsofrada
sanfransisko ve c.i.a.
yâni çuval ve mızrak
notrdam'ın kargalarının güldüğü
 
 
sakalları incili hümanizma satıcıları 
halep pazarlarından gecikmiş bir ikindi
kışlalar öğlesonları asurbanipal
bir böcek ölüsünün geceyi kemirdiği
tektanrılı çokyataklı ve çok çok acımaklı
ikindi parklarında köpek ve kıral
altun ve brovningin karanlık egemenliği


konuşun soytarılar
çalgılar susun
daha bitmedi açlar
salınır o eski sularda cüzzam yalnızlığı kirliliklerin
gözün gözü sömürdüğü topraklarda ayıp ve kara
şimdi çoktaaan terekesi o serüven kahramanlığın
o bezirgan mutluluk balık tutar şimdi mor kuytularda


ne de çok özlemişiz gökyüzünü kirşiz sevmeyi

kırdım kırkıncı kapıyı
kandım o pınarlardan
başladı ugul uğul uğuldamağa
bütün ırmakları dünyanın
kızılırmak
kızılırmak


Sen ne cömert topraklarsın ey ortadoğu
sen ne çok soyulansın ve hiç uyanmıyansın


akdeniz'de mor bir deniz burjuva gitarlarında
kuytuların kuytularda ölüme döllenmesi
sevişmenin soyutluğu ve çamurluğu
duaların çamurluğu ve soyutluğu
gökyüzüne insanca bakamamak
yâni hiçbir şey
yâni utanç ve lavanta
yâni mum
çoktespihli bir ebabil ki uzar çöllerde
uzatır baltazar bayramlarını petrol petrol
uzatır köleliği âmin âmin
çeşmelerinden hâlâ şehname akan
şahlı seccadelerde acem ve anka
mezarlık toprak reformu - kölelerin eşelendiği
keskin bir ingiliz burnu - de ki abadan
ya da bir şah ve allah ve dolar üçlemesi
saat tam onikiye beş kala

akdeniz'de mor bir deniz burjuva gitarlarında
soyubitmiş balıkların akvaryum bezginliği
bir dilim ay
bir lokma arap
- gölgesini güneşten bile esirgeyen -
ve şakkulkamer bedeviliği
yâni utanç ve lavanta
yâni kirli ve kaçak
yâni mum
kalçaları, kadın pazarlarının - yok başka
karanlık vatanseverliği kaçakçılığın - yok başka
general nargilelerin madalya törenleri
ve şeytan taşlaması petrol kırallarının - yok başka
ezik ve utangaç
bilgiç ve yoz
mum
yâni demek istiyorum ki
sadakalı sosyalizm soytarılığı


konuşun soytarılar
çalgılar susun
bekler güzel yarınlarını bu tutsak toprakların
çetelerin o sipsivri uykusuzluğu


akdeniz'de mor bir deniz burjuva gitarlarında
neyin neye düşman olduğu belki de hiç bilinmeyen
hergece bir düşük, sam radyosunda
hersabah bir komik âdem
bir hacıyatmaz
ve komünistli bir kıralistan yunanistan'da

hacının develeri gevişirken ay altında ortadoğu'da
petrol ve çelik kırallarının gölgesinde bir istanbul akşamı
bizans ve kirli
türk ve yoksul
ve mâcun
allaha ve devlete ve bilcümle gölgelere dualar eyliyerek
biryanı yangın yıkım
biryanı yoksul yetim
biryanı dökülür pul pul
deniz
altun
ve kristal karışımı halinde bir istanbul
uyanır köprüaltı uykularında


elektıronik müzikli bir hicazkâr ud
ve kızıl çağrısı açlığın
o devletli tekliğinin kabuğunda bir hamal Ortadoğulu
sıla çalgını da
vatan yoksulu
allaha inanır arapça
yoksulluk çeker türkçe
ve denizi sever çocukça
oraları söyler durmadan
oralarda yaşar bıkmadan
oralarda ölür istanbullarda


kaktüs kemirenlerinden biri midir brezilya'nın
yoksa nil'e tapan ve aç yatan bir fellah mıdır
kimbilir belki de rio'lu bir gecekondulu
insan nerde başlar belli değil ki
istanbulsuz gibi yaşıyarak istanbul'u
vatansızlığını vatan diye güzelim gün ortasında
elektıronik müzikli bir hicazkâr ud
develeşip develeşip dönüşmesi gökdelenlere
yanki go hom'lu bir miting alaturka
betonarme balkonlarında emperyalizmin
ve kasıklarında maydarling amerika
yâni bütün devrimcilerin konakladığı
en çok özlediklerine düşman yaşıyan
bir gecikmiş kıral ve özgür köle
sürüyerek zincirlerini kaldırımlarda
ana avrat söverek soluna sosyalistine
ve bir somun ekmek kaldırımlarda
ve bir garip hamal kaldırımlarda
ve bir vatanölüsü kaldırımlarda

Ne bulmak içkilerde intiharlarda
neye varmak birşeyleri durmadan çoğaltarak
çiçek resimleri çizmek güneşli pencerelere
ölüleri akreplerle çiyanlarla karıştırarak
eski çamaşırları yenilemek dilencilerde
bir eski oyuncaktan koca bir gençlik bulup çıkarmak

kimbilir biz şimdi nelerin neresindeyiz
alı neden moru neden kırmızıyı kimbilir neden severiz


bir kenti geri almak ve davul
bir kenti geri vermek ve davul
oynaşmak iskeletlerle altunlarla madalyalarla
dedeleri gümüşlere altunlara atlara oranlamak
bıkıp bıkıp yeniden başlamak sevişmelere
kimbilir biz şimdi nelerin neresindeyiz
alı neden moru neden kırmızıyı neden severiz
[kimbilir

dal uyur daldasında yorgun dalların
gece büyük büyük anlatır eskimişlerden
su değil toprak değil
de ki acımışlıklar
de ki altun sözcükleri tükenmişliğin
oturur direk direk
götürür pazar pazar
ne ki yaşamak?



umduğum gel
sevdiğim gel
beklediğim gel
gel benim
kuşak kuşak
yoluna kurban olduğum

Kırmızböceğini tanır mısınız?

güneşin kıyısında kırmızböcekleriyiz
bir, maviye çalar türkülerimiz
bir, kapkaraya
kağnı uzaklığını bilir misiniz
kırmızıbiber ve tuz
bilir misiniz
karlı karanlıkta yalnız
yapayalnız
ince ince ölmek
bilir misiniz
bugün bulgurun sonu
yarına dur bakalım
öbürgün allah kerim
bilir misiniz
toprağın boynu bükük
eller umarsız
ağam sen bilirsin
bilir misiniz
hani derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar gibiyiz
ve işte atombombalarıyla korunur açlığımız


işlemeli mendil ve kurşun
harmanyeriyiz hey bre
karakol kapısıyız
imparatorluk kokar sefaletimiz
soyula soyula çıplak
güdüle güdüle sürü
bütün halklar gibiyiz - biraz kuşdili
biraz kahvefalı
ve biraz da düş
hapisâne avlusuyuz hey bre
cennet kuzularıyız
helallaşır gibi bakarız dostların gözlerine
severiz gülyağını
ve bir de aynaları
ve bir de aynalarda yiğitlik masallarını
sonra azıcık da sakızı
azıcık da uçkurhavalarını
bıyık burup gazel çekeriz de tenhalarda menhalarda
uzatırız boynumuzu elkapılarında
sülünler gibi

ve işte türkiyeliyiz
hani derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar gibiyiz
hamsiyiz karadeniz'de
çukurova'da pamuk
uzunyayla'da buğdayız
ege'de tütün
sınırboylarında gözükara kaçakçılarız
istanbul'da kadillaklı karaborsacı
ve doğu dağlarında koçero'larız
eşsiz bir güzellikle çarpılmış gibi
uyumuşuz yoksulluğun körmemelerinde
çalışkanız
filozofuz
dostuz
bütün sömürülenler gibi ezik
bütün uyananlar gibi kızgın ve doluyuz
seslenir yüzyıllar ötesinden pir sultan abdal'ımız
'üstü kanköpüklü meşe seliyiz'
etekleriz de kodaman soyguncuları ekmek kapılarında
gözümüz gibi koruyup kolladığımız devletin silâhını
hey bre
yoksul - yetime doğrulturuz

ve işte türkiyeliyiz
ateşleriz de mandıraları fabrikaları
topal karıncayı melhemleyip salıveririz
bir yaprak düşer bir yanbakış götürür biryerlerimizi
kan sızar yeşillerden ak mendillere
çıkarıp öcümüzü dağbaşlarına
ağıtlara ağıtlara dökeriz yüreğimizi


saksıda çiçek
kıraçta ceviz
örtülerimizde nakış nakış sabır ve gözyaşı vardır bizim


akıyorsak garip çaylar gibi incelerekten
dokutuyorsak eğer sonbahar gibi
çok ağır olduğumuz içindir mandalar gibi
ve balıklar gibi çok kalabalık
seviyorsak silâhı ve yoksulluğu
susuyorsak kar altında toprakçasına
bıçak kemiğe değmediği
güneş ufuktan doğmadığı
o tozkoparan fırtına
kapımızı
kırmadığı
içindir

vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım
geçin sıcak ırmakları kuşlarım
kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım


Anasının karnını tekmelediğinde temmuz
kocaman ve çoook akıllı bir balıktı uzayda
proton -1 uydusu sovyetler'in
ve çelik bir kelebekti mariner-4
ensekökünde merih'in
şeftali emzikteydi bursa'da
pamuk çiçekte
çukurova'da
ve yeşil bir buluttu buğday
konya'da
sivas'ta
siverek'te

ozan ozanca söylüyordu dünyanın geleceğini
işçi grevce
adını bile bilmediğimiz birileri vardı dünyanın bir-
[yerlerinde
örneğin Singapur'da
tahran'da belki
belki de kordoba'da
karakas'da mı desem katanga'da mı
yoksa roma'da mı ankara'da mı
birileri biryerlerde durmadan yontuyordu
barışı mermer mermer
öfkeyi demir demir
sevgiyi tunç tunç
doyumsuz günler aşkına


ölmek birşey değil dostlar
hergün ölmek güç
açlık
o başka ölüm
açlık korkusu
beter
ne atom ne hidrojen ne yangın
dağları dümdüz etmeğe - dostlar
aç çocukların çığlığı yeter
proton-1
mariner-4
güzel
akıllı
büyük
yıldız kaymaları masallar getirirken gecelerime
yangından kaçar gibi bölük bölük
sırtı yorganlı emekçileri cömert ülkemin
göçüyorlardı vatan vatan
viyana üzerinden
adenover almanyasına
'allı turnam bizim ile gidersen
şeker söyle kaymak söyle bal söyle'
söyle ki iyi vursun hınzır vurguncu
tüyübitmediği soysun tefeci
eskiden gemilere bindirip bindirip zencileri
allı turnam geçersen ırgat pazarlarından
zincirli topraklardan hacizli kapılardan
hastane önlerinden geçersen allı turnam


insan bazan ölümden de güçlü olabiliyor
birşeylerin gidişinden ve hiç dönmeyişinden

sabahları yorumlamak güç değil
yoksulluğu yorumlamak güç değil
nasılsa bir başka yorumlamak hep aynı sabahları
esmer ve uzak
inmeli antenlerin ardında şaşkın
ve grevler döverken komprador marka demokrasinin
[duvarlarını
yedirip yüreklerini korkularına
bir köledüzenin uşağı efendisi
cebi dolarlısı da
sırtı bitlisi
tekmeler gibi güneşi çocukların gözbebeklerinde
'arefe gününde bayram ayında'
vurdular emekçilerin kongresini
kördüler
karaydılar
çiçeksizdiler
ve gelip bir karanlıktan
gidiyorlardı bir karanlığa

Benim karamsarlığım belki de bir demet gül - sevdiğim
içimin büyük büyük aklığından geliyor belki de karam-
[sarlığım


kocaman ve çoook akıllı bir balıkken uzayda
proton -1 uydusu sovyetler'in
ve kondukonacakken luna'lar
tatlı bir öpücük gibi ay'a
dilenmek benim ülkemde
işsizlik benim ülkemde
ve şeytan taşlamak yasak değildi benim ülkemde
baböf'ü okumak yasak
paspas yapıldı demirinden giyotinin
direktuvar bir ölü söz lârus'ta
oysa bizim buralarda
kelepçe yapılıyor hâlâ
pitekantıropüs babanın günahsız baltasından


kopmuş toprağından kanayarak
kanayarak
saçılmış yollara türkü türkü
ışık ne
vatan nerde
ne ki kutsallık!


kentlerin varoşlarında sanki kurt sürüleri
tanrıya filan değil
allı morlu ışıklara dönük yüzleri
konuşur elleri ekmek ekmek
takırdar çeneleri
ölüm yakın
lokman uzak
anlamak yasak değildi benim ülkemde
anlatmak yasak
adına grev diyorlardı
adına gecekondu
bir şey dolaşıyordu aramızda seslisoluklu
yaşıyorduk onu biz - dinine allahına kitabına dek
yaşıyorduk yağmurda yaprak gibi her zerremizde
ölmek yasak değildi yoluna onun
adını koymak yasak
tutmuş troya atları subaşlarını
madalyalı seyisleri emperyalizmin
ak taşın üzerinde iki damla kan
biri memet
öbürü memet
'arayerde bu kan nedir
dost dost dost'
görmek yasak değildi benim ülkemde
göstermek yasak

ben ki uçan kuşu kıskanırdım oyun çağımda
nehirleri yağmurları selleri kıskanırdım
buluttan gemilerimle aşardım duymadığım denizleri
yıldızlardan yıldızlara kurulu hamağımda
mapusâne türküleri söylerdim geceleri
bir uzak sel sesiydi o kaygan günlerimde ekmek kavgası
dünyamda renkler ve böcek sesleriyle bir öyle cümbüş
en hırçın yıldızları en uysal kavaklara işlemek yaprak
[yaprak
yaralı bir serçenin gözlerinde bir evren ölüp ağlamak
ve bütün haziranları bir tek gülle açmak hersabah


o tedirgin ellerin bakışları hâlâ sofralarımda
hâlâ çizik çizik kanar kaygusu o ekmeksiz akşamlarımın
yok artık, dost yüzlü ağaçlarım, gurbet kanatlı gemilerim
[yok
gömüldü gitti kervanlarım o çıtır çıtır ağustos gecelerinde


bir dilim güneş koyup bir dilim yoksul sevince
aşk büyütmek
gecelerce gecelerce özlemeklerden
bölündüm ayrılıklara parça parça
dağıldım yeryüzüne çığlık çığlık
şimdi patron yüzlü sabahlardayım
şimdi direk direk direnmek

gel benim sevdiceğim
gel benim umducağım
beklediğim gel
gel de bitsin
kuşak kuşak
yoluna kurban olduğum

binip binip bulutlara ulaştım yıldızlara da
kıtalardan kıtalara el sallıyamadım
el sallıyamadım
turnalar bile geçip gitti türkülerimden
ben kaldım buralarda
ben işte kaldım buralarda ey dost
kırmızıkuşlar
kırmızıkuşlar
diye diye avuttum
hırçın çocuklarımı
em, em
diye diye ağladıkça
ağladıkça
masmavi çocuklarım
hep işte böyle

insan bazan ölümden de güçlü olabiliyor
anaç bir ağaç gibi dinleniyor kaygularım şimdi güneşte
aldanmak ne kolay
ne temiz
ne ilkel
allahım!
kalabalıklarla sevmek güzel günleri
ne denli güç
ne denli güç
allahım!

uzay
o masallaranası yıldızlı karanlığım
karanlığım benim!
o şafak tarlalarının ekmeğe dönüşmesi
sarıçiçek vakti ölmek ekinler arasında ve şafakleyin
bıldırcınlar ve yıldızlar ve tanyeli eşliğinde
birşeyleri bulmak ve varamamak
vakur bir ağaç gibi kucaklamak evreni ve şafakleyin
alfa
beta
gama
ve aynştayn
yâni biraz daha iflası korkularımızın
insan denilenin karanlık kurtuluşu
bir ceviz yaprağı denli basit ve ilkel
karışık mı karışık bir ceviz yaprağı gibi


nezaman kaldırsam başımı geceleyin
ne denli çok anlamağa çalışsam
gökyüzü bir yapraktı unutulmuş
not defterinden aynştayn'ın

ne sanat sanat için şarlatanlığı
ne savaş için savaş
çoktan anlaşıldı hey bekleroğlu
taşın taş olmadığı
ateşin ateş
şimdi deprem çizgileri yığınların gözbebeklerinde
şimdi yumruk çiçekleri o sömürge ülkeler
aşamazken kel dağları kel dağları düşlerde bile
geçtim sesduvarlarını sesduvarlarını düşlerde gibi
yedi başlı beyler besledim yüreğimden yedirerek
vurdum sonra başlarını beylerin efendilerin
yok benim tanrılarla kişilerle hiçbir alışverişim
ben artık, düzenlerle boğuşan bir gerçek devim
öyle bir dünyayım ki ben-hep özlenmiş hiç yaşanmamış
insan ve emekten geçer ekvatorum benim
kendim çizerim sabahlarımı-yok benim sabahçıbaşım
yok benim lüpçübaşım yok benim hötçübaşım
yok
yok
yok!

Elbet bir bildiği var bu haçaturyan'ın
bir bildiği vardı elbet erzurumlu hançerbarı'nın
arjantin pampalarında uykusuz çetecilerin
benim kurtuluş anıtlarımda mermi yüklü ananın
lumumba'nın kanının
kanayan viyetnam'ın .
kurşunlu duvarlara doğan günlerin
kalabalık acıların
bıçakaçmaz ağızların
bir bildiği vardı elbet
bir bildiği var
bir bildiği olacak elbet

hiç yalan söylemedi kalın çizgilerle susuşu yoksulluğun
hiç yalan söylemedi gözlerde zulüm
ve çıplak uykularında zengin düşleri milyonların
hiç yalan söylemedi

hiç yalan söylemedi bu ozan
elbet bir bildiği var bu kayguların
birikip birikip durmadan biryerlerde
acıların öfkelerin birikip biryerlerde
yekinmesi yatanların ve yürümesi
akması küçüklerin ve katılması
yıkması birşeylerin
ve yıkılması
yıkılıp yapılması
hiç yalan söylemedi bu ozan
işte karton kaleleri kapitalizmin
işte gözün göze düşman olduğu
işte elin ele düşman
ve işte benim
yeryüzünde güller gibi açılan devrimlerim


kamboçya'da kalkan kamçı
şaklar çukurova'da belimde benim
istanbul'da verilmeyen hak
durdurur dakota'nın volanlarını
ve der ki öpüp kaldırdığım ekmek
- beni böyle yerdenyere çalan şey -
nevyork'ta bitmişse grev
ben burda bil ki grev gözcüsüyümdür

benim gözlediğim
gel benim yürekyağım
gel benim
kuşak kuşak
yoluna kurban olduğum
gel!


Of ooofff, koca gürültülü devrimsiler yutturmacalar
cilalar civeleklikler yalancılıklar
karagünlü saraylı soytarılıklar of!
soygunların gölgesinde sosyete adaleti
bre hitlerkırması kurtköpekleri
il duçe döküntüsü yandançarklılar
bre arapsaçı sadakalı sosyalistler eh!


elif lâm mim vav he ye
direkler arası kubbe
a be ce de ve ye ze
kadillak marka bir hecindeve
saraylardan saraylara aktarılarak
eldenele ceptencebe aktarılarak
- yürü bre kahpe devran! -
kanarmş savaşlarla kıtlıklarla yoksunluklarla
bir gözünde nevyork
bir gözünde moskova
gevişir tespih tespih
dökülür dua dua
ayışıklı sularında
ortadoğu'nun
of ooofff, koca gürültülü devrimsiler yutturmacalar
allamalar pullamalar törpülemeler
karagünlü saraylı soytarılıklar of!


Yorul ey gayrı
akma ey su!
ey benim yaratan tedirginliğim tutsak yanım dinmeyen
[sızım ey!
çıkarıp çıkarıp yeniden çıkarmak bu dağı bu doruğa
yorul ey gayrı
akma ey su!



durup durup kaygulanmak gibi birşey bu bizim sularla
[akıp gitmelerimiz
sonsuz bir tren penceresinden savrulan güvercinleriz
çok buruk çok buruk bir şarap diyorum sıkın bağları
ben hiç ölmediğimi yaşamak istiyorum
orman seviyorsam kimbilir dallara düşmanlığımı
bayat bir başdönmesi - susmamak diye birşey
kantutar beni yoksa - kantutmak diye birşey
bırakma beni bırakma beni - çıldırırım diye birşey
oysa düştüm develeri - düşlerimde uçaklar şimdi
düşlerde başlayınca devrim - ne anladınız?
devrim diye birşey - bir gecekondu tenceresinde
demek ki önce devrim - ne anladınız?
ve ölmek vazgeçilmez bir alışkanlıksa
yorul ey gayrı
akma ey su!

çiçekler bırakınca renklerini biçimlerini
resimler sakal salınca yaldızlı albümlerde
eski bir türkü gibi bakışlarından belli
bitkilerin sürüp giden yeşillerinden belli
kalırız gündengüne yaşlanan sözcüklerde
bir akşam saatinde günbatımında
gözgöze gelmelerde ve içkiye yenilmelerde
bülbüllerin öte öte bitiremedikleri
kana benzer kan değil kan gibi korkunç ve karanlık
kalırız birşeylerde ve kimbilir tanrımsılarda
belki de çocukların hiç bitmeyen oyunlarında

ve ölmek vazgeçilmez bir alışkanlıksa

gülersin - menekşeler olur sesin - bırakıp gitmek
gözlerine bakınca balıklar cıvıldaşmak - bırakıp gitmek

bir avuç bulut içmek masmavi güvertelerde
ağlamak tekil değil - ne anladınız?- bırakıp gitmek
kalırız birşeylerde ve kimbilir tanrımsılarda

böcekti karanfildi kemandı bonaparttı
anarşistti burjuvaydı polisti kenediydi
yoksuldu zengindi kıraldı soytarıydı
soğuktu sıcaktı ılımandı of
değil işte bu değil
topunun sülâlesini!

adamı tutup götürüyorlar
geceyi burnundan getiriyorlar
bütün kırbaçları bütün kelepçeleri bütün alçaklıkları
adamı vurup öldürüyorlar

geceyi bir daha yaşamak kolay
adamı bir daha öldürmek zor
siz bu tutanaktan ne anladınız
öldürmek diye birşey - ne anladınız
suçsuzdu diyorum - ne anladınız
sefaleti yok etmek adamın düşü
güzel günler düşünmek işi
diyorlar bu kokan balığın başı
tevfik fikret diyor devenin başı
kime yüklemeli bu iğrenç suçu
kime yüklemeli bu iğrenç suçu
kime yüklemeli bu iğrenç suçu


Benim karamsarlığım belki de bir demet gül - sevdiğim
içimin büyük büyük aklığından geliyor belki de karam-
[sarlığım


biz ki
petrolü kavuçuğu kahvesi ve kakaosuyla
ve kastro'su zapata'sı amado'suyla
sıcak ve kıvrak bir şarkı gibi düşünürüz
atlantikaşırı bağımsızlığı
biz ki bir vaşington sineği kondurup bir zenci dağa
kanlı bir çocuk başı buluruz viyetnam'dan
ve bazan
öyle bir sızıyla sarsılır ki antenlerimiz
sivaslı bir bağlamadan
afrikalı bir tamtamdan
daha ilkel ve yalınkat kalır
o ipek öfkesiyle leonid kogan

beni ısırdı
- bilirim -
18'lerdemondros'larda
demokrat suratlıydı
bilirim
bezirgan dişli
hâlâ damlıyor kanım
viyetnam'da kırılan dişlerinden
ve hâlâ aç dolaşıyor başkent caddelerinde
kurtuluş savaşı kahramanlarım
çoğunun çoktan söndü ödü ocağı
kalmadı çoğundan bir nişan bile
işte bundandır ki benim
birtürlü gülemiyor
gülemiyor
gülemiyor işte türkülerim




of ooofff
ne de çok seviyorum harita okumayı!
sakarya sivas erzurum
madrid seul havana
hepsini hepsini anlıyorum
alev alev budistleriyle saygon
linkoln'ün mezartaşı vaşington
ve süzgün gözlü kompradorlarıma kurtuluş istanbulu


anlamak hem kolay
hem kolay değil

ne ölüm
ne aşk
ne de işsizlik
ve ne de deniz deniz kabarması yüreğin
ne içki
ne çiçek
ne dostluk
ve ne de akşam saatleri dişi kentlerin
insan bir anda bütün bir evreni birden yaşıyor
kan sıçrayınca bağımsızlık bayraklarına

Birgün çıkıp geldiler - anlamsız yüzlerini ve gülüşlerini -
tüketimartıklarım üretimorganlarını ve eski külotlarını -
çikletlerini çukulatalarmı getirip bıraktılar - tiklerini mi-
miklerini çiğliklerini - gençkızların düşlerini getirip bırak-
tılar - hergün hergün yeniden getirip bıraktılar - iplerini
oltalarını konservekutularmı - süttozlarmı soyalarını sa-
lemlerini - kısırlıkhaplarmı madalyalarını tasmalarını -
bayraklarını bayrakyırtmalarını sövmelerini - anamıza
bacımıza çocuğumuza - en çok önem verdiğimiz şeyle-
rimize - üretimorganlarını ve tüketimartıklarım kullana-
rak - tanrının ve isa'nın ve bizimkilerin izniyle - atlarını
seyislerini çombelerini - tıraşlarını ve dişlerini getirip bı-
raktılar - hergün hergün yeniden getirip bıraktılar - son-
ra güzel güzel anlaşmaları - sonra güzel güzel sözleş-
meleri - sonra güzel güzel paylaşmaları - asılmış-
ların ve asılacakların izniyle - vedurmadan durmadan
baltazar bayramlarını - sonra güzel güzel savaş uçakla-
rını - radarları rampaları atombombalarmı - denizaltı de-
nizüstü birşeylerini - bilinçaltı bilinçüstü herşeylerini -
piekslerini bitekslerini bitpazarlarını - eroinlerini kokain-
lerini getirip bıraktılar - hergün hergün yeniden getirip
bıraktılar-
ve sonra çekilip gitmediler gemilerine
ve sonra çekilip gitmediler gemilerine
ve sonra çekilip gitmediler gemilerine
ve artık okadar çok şey getirdiler ki
ve artık okadar çok şey getirdiler ki
ve artık okadar çok şey getirdiler ki
bağımsızlığa yer kalmadı ülkemde


acılar ey acılar
işsizlik acısı
özgürlük acısı
bağımsızlık acısı ey
ve ey mızmız acılara direnmenin yoksul kahramanlığı
ey hergün ölüm
ey hergün ölüm
toplanın
birleşin
bir olun
acıların şâhı gibi gelin üstüme
gelin
ve bitsin şu iş



seninle gelecek - çâre yok
seninle bu tatlılık ey büyük acı
gök incir nasıl ballanırsa acılardan
acı koruk nasıl bulursa balların en sarhoşunu
o işte o!
gel benim darmadağın direncim
gücüm
emeğim
çilem gel
gel benim büyük acım
gel ve bitir şu işi!
kalaylardan mı gelirsin bolivya'lardan
rio'nun favelalarmdan mı
ispanya'dan mı viyetnam'dan mı
zonguldak kömürlerinden mi gelirsin
çukurova'lardan mı
yellerle mi gelirsin ateşlerle mi
uçarak mı koşarak mı yırtınarak mı
gel işte gel gayrı
gel
gel
gel de bitir şu işi

elbet bir bildiği var bu çocukların
kolay değil öyle genç ölmek
yeşil bir yaprak gibi yüreği
koparıp ateşe atmak
pek öyle kolay değil
hem öyle bir ağaç ki şu yaşamak denilen şey
her bahar yeniden yeniden tomurcuklanır da
yalnız bir bahar çiçeklenir
a benim gülüm!


elbet bir bildiği var şu benim bilenmiş bıçak gibi
[yüzümün

yaşamak
bir köpek gibi tekmelenerek
yaşamak
öpülüp okşanıp kaldırılarak



ne donkarlosun domuz ahırı
ne senatör makdoların oda uşağı
ne de hacıfışfışın kurban etidir
demokrasi
demokrasi denilen o haspanın - a benim gülüm
lordlar kamarasına açılmaz kapısı
beşikteki bebeler bile biliyor bunu artık
biliyor ve unutmuyorlar
insan kanıyla işlediğini
o teksas tipi demokrasinin

elbet bir bildiği var şu benim bilenmiş bıçak gibi
[yüzümün
elbet kolay değil öyle genç ölmek


kore bir kan lekesidir
akşamlarımızda sızlayan
bir kopuk koldur hiroşima
uçaklar geçtikçe çırpınan
orda
uzakdoğu'da
gencecik yürekler gibi seğrîşir her bahar
barış güvercinleri hiroşima çocuklarının
burda
benim ülkemde
titreşip durur yeni barış güvercinleri

insan karıştırıyor bazan
ölmek mi yaşamak
yoksa yaşamak mı ölmek


bir karanfil takmak yakaya
belki de bir orkide
bir baloya gitmek
gitmemek
bir kumar partisi belki de
onlarca hep birdir a benim gülüm
onlarca hep aynı değerde
afrika'da kaplan ve zenci avıyla
bir atom savaşı ve toptan ölüm


çocuklar büyümesin
büyümesin
tomurcuklar açmasın
açmasın
ve sularca akmasın o en güzel şey
yaşlılar yaşamasın
yaşamasın
ocaklar tütmesin
tütmesin
ve yuvalar, gülüm benim
gülmesin gülmesin
çapraz iki çizgi ak bulutlara
gâvur gözlü kargaları emperyalizmin
amerikan bitpazarlarında

dünya bir genişleyip alabildiğine
daralıyor birden eliçi kadar
ve dolar
madalyalı bir yular gibi geçmiş boyunlarına
ne güvercinin göğsündeki gökkuşağını görür gözleri
ne karakarıncanın güneşe günaydınını
ne de sevişir gibi işlemenin güzelliği titretir yüreklerini
kongo bir açık bonodur
belçikalı banker brodel'in kasasında
ve mister gülbenkyan'ın purosunda
enfes bir tütündür havana
duymazlar çeliğin mavi kahkahasını
tomurcukta çatlayan gücü görmezler gülüm
satarlar bir akşam içkisine
o cânım ülkelerin
narçiçeği yarınlarını

satarlar gülüm
memedi memede vurdurup memedin tarla sınırında
memedin karahaberini satarlar memedin memedine
ve karagün
- hangi karagün? -
gelip çatınca davul davul
yavruyu memeden koparır gibi
koparırlar işleyen elleri işlerinden
sokarlar ateşten ateşe gülüm
soygun düzeninde göbek atarlar
ne sevinç
ne kıvanç
ne güven
bize onlardan kalan
bir avuç yorgun umut
zincirde bir vatan
ve kanrevan türkülerdir

İncecik boyunlu kıraç karpuzu
dışı yeşil yeşil
içi kırmızı
yuvarlana yuvarlana geçer bulutlar
meler yanık yanık bağlı bir kuzu
nah şuramda koskocaman dağ benim
nah şuramda ipincecik bir sızı
ceylanları ceylan gibi çizmem ben
çizersem hilâl boyunlu
çiçekleri çiçek gibi çizmem ben
çizersem nakış nakış
akarım ince ince de olurum nehir nehir
kavgaları kavga gibi çizmem ben
çizersem türkü türkü
yazmışlar benim için kocaman kitaplara
dışı yeşil yeşil de
içi kırmızı


neylerim ben kitapları kocaman kitapları
efendim okusun benim, canım efendim
o kuştüyü salonlarda, canım efendim
okusun da büyüsün benim efendim
okusun da biliversin aklımdan geçenleri
ben işte hep böyle azgelişmişim
yâni ben çünkü evet azgelişmişim
evet çünkü hayır fakat ben işte azgelişmişim
çokçalışmış azgelişmiş ve işte yoksul düşmüş
cephelerde mapuslarda aslanım aman
kıtlıklarda kıyımlarda kurbanım aman
seçimlerde sayımlarda ben varım aman
kerpiçlerde küllüklerde hayranım aman
şenliklerde şölenlerde ben yokum aman

ben işte hernedense azgelişmişim
çokçalışmış azgelişmiş ve işte yoksul düşmüş
demiri de kömürü de sökerim aman
buğdayı da pirinci de ekerim aman
çilem budur benim işte çekerim aman
evet çünkü hayhay fakat ben işte azgelişmişim
yâni ben çünkü evet hayır fakat azgelişmişim
ölüm kalım kıtlık kıyım ben varım aman
bayramlarda seyranlarda ben yokum aman
soygunlara vurgunlara hayranım aman
vatan millet allah patron kurbanım aman
kalabalık ve karanlık türküyüm aman

benim için demişler ki kocaman kitaplarda
dışı yeşil yeşil de
içi kırmızı
neylerim ben kitapları kocaman kitapları
efendim okusun benim, cânım efendim
okusun da biliversin aklımdan geçenleri
okusun da açıversin gözünün şafağını
turnalar çizeyim gurbetlerime
ağıtlar düzeyim yiğitlerime
kelepçeler vurulsun bileklerime
okusun da büyüsün benim efendim
yumuşacık salonlarda cânım efendim

ve der ki şakıyan kuş
yarılan nar
deliren ateş
bu ne çapraz gidiş hey bekleroğlu
uşak matti seyretmez de breht'i
efendisi puntila'sı seyreder
bu ne çapraz gidiş hey bekleroğlu
volga mahkûmları'na mahkûmlar değil
aristokrat salonlarda efendiler içlenir


damarı pir sultan damarı
damarı robson damarı
gelir uğul uğul yeraltı nehirlerinden
gelir ve bulur yüreğimizi
damarı kavga damarı
bu ne biçim düzen hey bekleroğlu
öfkesi sesinden büyük
sesi ününden kocaman ruhi su'yu
şu benim her dalı bin dert açan çıra-çakmak ülkemde
şu benim yürekleri çıra-çakmak tutuşanlarım değil
istanbul
sosyetesi
alkışlar
'gelin canlar bir olalım
tevekkel tu taalâllah'


vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım
geçin sıcak ırmakları kuşlarım
kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım

Ay doğar bedir bedir
yel eser ılgıt ılgıt
sırıtır sıram sıram elkapıları
elkapıları da kölelik kapıları
kul olur yiğit

ay doğar hilâl hilâl
gün doğar devrim devrim
sırıtır sıram sıram elkapıları
elkapıları da kölelik kapıları
kurtulur yiğit


yeşili çin'den gelir bu kahkahanın
kırmızısı afrika'lardan
ve dünya dünya olur diyorum hey bekleroğlu
yaşamak yaşamak
gün gelir biz de görürüz yedi rengini deryaların
gün gelir biz de ölürüz hey bekleroğlu
yaşamak gibi güzel
süzüp süzüp güneşi bereketlerden
çin'den hindistan'dan amerika'dan
taze bir kan gibi dolaşırız biz de bu yeryüzünü


vatan topraksa eğer
ormansa nehirse mâdense vatan
işçiyse köylüyse aydınsa vatan
yâni yapıp yaratmaksa herşeyi yenibaştan
sevmeyi yenibaştan
alkışı yenibaştan
bir hesabı vardır bunun sorulur
bu hesabı soracaklar bulunur
akgün karagünden öcünü alır birgün
ürker altunlu yiğitliğin senin ey bunak düzen
ürker bu yağma saltanatın
o kanlı karanlıktan kopup gelen bebeğin
güneş renkli ilk çığlığından
lenin'ler olur bu çığlık hey bekleroğlu
marks'lar mao'lar mevlâna'lar
mustafa kemaller olur hey bekleroğlu
galile'ler gagarin'ler adsız ustalar
ve sen olursun işte hey bekleroğlu
kıtlıklarda
kıranlarda
kurtuluşlarda

uyan ey köşem bucağım
kırıkkolum iğriboynum sağırkapım dilsizim
vaktidir direnmenin
vaktidir şimdi
karalasın göbeğinde güzel gün
karalasın göbeğinde mutluluk
karataş çatladıçatlıyacak

proton -1
mariner - 4
anamın aksütü gibi biliyorum ki
aynı kafadan doğma
aynı ellerden çıkmadır
ve aynı amaçlarla dönmeseler de uzayda
anamın aksütü gibi biliyorum ki
bir mariner işçisi de özlemektedir
[barışı
en az bir proton işçisinin sevdiği
[kadar
Silâh ve şarkı
ben bütün karanlıkları bunlarla yendim
sesimde benim
iki yumruk gibi yanyana dövüşüyorlar
spartaküslerle viyetkonglar
yüreğimde benim
ette bıçak gibi yatıyor
yarım kalan şarkıları yiğitlerimin
öfkemde benim
çok dallı bir ağaçtır özlemek
doymadan gidenlerimin gözbebeklerinden

yürüdüm üstüne üstüne bunca yıl
geçtim dikenlitellerini yasakların bir bir

tavında demir
tavında toprak
ve tavında yürek gibi kabarık
ve alıngan
dokundum ateşli kabuğuna güzelin
iyinin
gerçeğin
soyundum kötülüklerden çırçıplak


dünyanın tepesinde bir avuç hışır
karga kanat çırpsa uykuları karışır
yağmalanmış emeklerden gelir soylulukları
yağmalanmış özgürlüklerden
dinleri imanları vurgun kelepir
toprağın memeleri
altun ışıltılı kumları kıyıların
emeğin çiçekleri
hep onlar için
hep onlar için takvimlerin mutlu günleri
içimizin karanlığı
soframızın öksüzlüğü
hiç gülmemesi yüzlerimizin
hep onlar için
adları morgan da osman da filân da olsa
isacı da olsalar muhammetçi de
iki dallas domuzu gibi benzerler birbirlerine
karagünler için kaldırırlar kadehlerini
adanalı bir toprak ağasıyla
detroit'li bir otomobil fabrikatörü

dünyanın tepesinde bir avuç hışır
dinleri imanları vurgun kelepir
şarkılarda bile istemezler güzel günleri
ve bacakları çörçil zaferi çizerken havalarda musolini'nin
öter faşizm düdücükleri
yanki go hom çaçaca
maydarling amerika
maydarling amerika

Bir oğlum olacak adı temmuz
uykusuz
korkusuz
beter mi beter
ben beynimi satarak yaşıyorum
o benden proleter

bir oğlum olacak adı temmuz
karataşın göbeğinde aşk
karataşın göbeğinde barış
karataş çatladıçatlıyacak
bende bitmeyen kavga
onda yeniden başlıyacak


bir oğlum olacak adı temmuz
öfkede benden fırtına
sevgide deniz
ne samanyollarının ulu kervanları susuzluğumun
ne kutupşafaklarında tanrılaşması ilkelliğimin
temmuz gibi sıcak ve bereketli
temmuz gibi uçsuzbucaksız



bir oğlum olacak adı temmuz
dilinde en güzel sesi türkçemin
kulağı en yiğit şarkılarla delik
korkak bir merakla değil yıldızlı karanlığı
vivaldi'yi dinler gibi okuyup anlıyacak
ve belki de sütdişleri sürerken balaban bir bursa şef-
[talisine
ay'dan kendi sesini dinliyecek
vahşi bir çiçek gibi açılmış gözleriyle

ben ki yalınayak bastım kızgın dişlerine açlığın
iri bir çizme gibi balkanlar'a basarken faşizm
dağlarda silâh atmayı sevdim
ben ki silâh taşıdım gizli gizli
dünyanın bütün devrimlerine
boşuna dönmüyor bu rotatifler
boşuna bağırmıyor bu kara
boşuna dinlemiyor bu korku kapımızı
anamın aksütü gibi biliyorum ki
doyumsuz günlere doğacak temmuz
doyumsuz günler görecek
hani şu hep andıkça sızlatan yüreğimizi
hani şu hep dalıp dalıp gittiğimiz andıkça
beklediğimiz beklediğimiz beklediğimiz
ve tam görecekken göçüp gittiğimiz günler
[gibi günler
ama mutlaka


karataşın göbeğinde aşk
karataşın göbeğinde barış
karataş çatladıçatlıyacak
ben direndim yorulmadım
o yorulup yıkılmıyacak


vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım
geçin sıcak ırmakları kuşlarım
kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım
MASAL KOKUSU  
Ben bu kapıları bir bir açarım açmasına ama kırarım  
Şehzadelerle gitti ölü devin altın anahtarları 
Masallara dönük yüzlerinizde o hiç eksilmeyen kaygu 
O donuk maviliği masal cennetlerinin 
Bırakın işte gözleriniz alın işte yumruklarınız 
              ama siz aptalsınız aptalsınız 
Birgün masallaşırsam görün işte cüceliğimi  
Aktıkca büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım
Ben bu kapıları bir bir kırarım kırmasına ama siz korkaksınız
Daha çocuk bile değilsiniz siz 
Devler çizersiniz altın sarayların kapılarına 
                   sonra durup ağlarsınız ağlarsınız 
Bu kan sizin kanınız , evet ama ya siz kimsiniz  
Neden böyle yorgunsunuz neden böyle aldatılmış 
Alıcıkuşlar döner ürpertili etlerınize 
Mumyaların gölgesinde piramitler dikersiniz 
Atı otu iti eti bırakıp gerçek saraylarda 
                     sürülerle kaçarsınız kaçarsınız 
Aktıkça büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıkları




ORANLAMA

Bir sen eksiktin sarıyıldız hoşgeldin
Geç bakalım karşıma benimle içer misin
Ağlar mısın içince burnuna çeker misin
Gözyaşların yakabilir mi dudaklarımı
Ama neden titriyorsun öyle sarıyıldız

Bak ben su taşıyorum ince elekle
İğne deliğinden dünyayı geçiriyorum
Bak ben aklıma uyup sarıyıldız
Durmadan aklımı şaşırıyorum
Sen beni kaçıncı binden tanıyorsun ki

Hadi bana çelik mavisi bir gece getir
Hadi dostlukları tek tek koparıp   getir
Alnımdan öp beni e mi, yitik sıcaklığımı getir
Gençliğimi çılgınlığımı deli günlerimi getir
Ne o sarıyıldız sen de mi ağlıyorsun

 
   
Bugün 1 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol